23 Şubat 2014 Pazar

HAYVANAT BAHÇELERİNİN FEN EĞİTİMİNDE YERİ
Eğitimsel değeri her geçen gün artan, hayvanların ve hayvanların doğal yaşam ortamlarının sergilendiği hayvanat bahçeleri, insanları hayvanlarla karşı karşıya getiren, mevcut bilgi ve davranışlarında değişiklikler oluşturan keyifli ve eğlenceli okul dışı öğrenme ortamlarıdır. Aynı zamanda hayvanat bahçeleri, fen ve teknoloji dersi kapsamında yer alan hayvanlarla ilgili konulara ulaşılabilecek en önemli kaynaktır. Çünkü fen öğretiminde fen ve teknoloji dersinin kazanımları doğrultusunda planlanarak hayvanat bahçesinde yürütülen etkinlikler ile öğrencilerin çeşitli fen konularını öğrenmelerini ve becerilerini geliştirmeleri sağlanabilir. Bu açıdan bakıldığında; hayvanat bahçeleri öğrencilerin başarı, motivasyon, problem çözme becerilerini, tutumlarını ve fene karşı ilgilerini olumlu yönde etkilediğini belirten çalışmalara literatürde rastlanmaktadır (Bozdoğan ve Yalçın, 2006; Ramey-Gassert, 1997; Braund akt. Yavuz, 2012)

Gelişmiş ülkelerde hayvanat bahçelerinin fen öğretiminde okul dışı öğrenme ortamı olarak sıklıkla kullanıldığı görülmesine rağmen ülkemizde fen öğretiminde istenilen düzeyde kullanılmamaktadır. Ülkemizde okul dışı öğrenme ortamlarıyla ilgili çalışmalar genelde; müze, bilim merkezi ve doğa eğitimlerini kapsamaktadır (Yavuz, 2012) . Daha detaylı bilgi için Melike YAVUZ’un 2012 yılında tamamlamış olduğu yüksek lisans tezine başvurulabilir.








DOĞA EĞİTİM PARKURU PROJESİ

2012-2013 eğitim öğretim yılında gerçekleştirilen bu projede öğrencilerin okullarda öğrendikleri bilimsel bilgileri doğa şartları içerisinde kullanmaları ve bilimsel bilginin ne kadar değerli olduğunun farkına varmaları amaçlanmaktadır. Projenin detayları ile ilgili bilgiyi http://dogaegitimparkuru.blogspot.com.tr/ adresinden bulabilirsiniz. Projeyle ilgili her türlü soru için emreuygurfenci@hotmail.com e- mail adresinden tarafıma ulaşabilirsiniz.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

OSMANLI DEVLETİNDE ÂMİN ALAYLARI VE BED-İ BESMELE TÖRENLERİ

Osmanlı Devlet’inde ilk eğitim ve öğretim verildiği yerler sıbyan mektepleridir.  Bu mekteplerde sabi adı verilen 5–6 yaşlardaki çocuklar okutulurdu. Sıbyan mektepleri Osmanlı Devletinde yazılmış olan vakfiyelerde, beratlarda ve diğer evraklarda çeşitli isimler şeklinde de anılmaktadır. Sıbyan mektebi haricinde öğretim yeri anlamında “Daru’t- talim” , “Mektep”, birçoğunun inşasında taş kullanıldığından “Taş Mektep”, hemen her mahallede birer tane bulunduğundan “Mahalle Mektebi”, “Mektephane”, ve “Mekteb-i İbtidaiye” gibi isimlerle anılmaktadır. Sıbyan mekteplerine başlayacak olan öğrencilerin okuma şevki ve motivasyonlarını arttırmak amacıyla toplum içerisinde “Âmin Alayı” veya “Bed-i Besmele” denilen törenler düzenlenirdi.
Bu yazımızda da bu törenler ayrıntılarıyla irdelenecektir. Bilindiği gibi İslam Dininde, erkek ve kadın herkesin ilim öğrenmesi farz olarak belirtilmiştir. Osmanlı devletinde eğitim, hukuk, sosyal yaşantı ve cemiyeti ilgilendiren bütün konularda İslam’a göre düzenlenirdi. Eğitimin düzenlenmesinde de İslam temele alınmıştır. İslam, eğitim ve öğretim konusunda insanlar arasında hiçbir ayrım yapmaz. Bu sebeple anne ve babalar çocuklarını okutup eğitmekle mükelleftir. Bu yüzden özellikle Osmanlı devletinin yükselme devresinde çocuklar daha küçük yaşlarda iken bu okullara başlardı. Çocuk mektebe “Âmin Alayı” denilen bir törenle okula başlarlardı. “Bed-i Besmele”[1] de adı verilen bu törenlerin başlangıcı okula başlayacak olan çocuğun evinin temizlenmesidir. Evdeki işler tamamlanınca bütün ev halkı hamama giderdi. Her yerde aynı olmamakla birlikte mektebe başlama merasimi önce hamamda kadınlar arasında kutlanırdı. Buradaki eğlence akşama kadar devam ederdi. Ertesi gün çarşıya çıkılır ve okula gidecek çocuğa yeni bir elbise ve ayakkabı alınırdı. Zamanımızda da bu adet yerel olarak devam etmektedir. Mektebe başlama günü olarak genellikle kandil, pazartesi ve Perşembe günleri kabul edilir ve hazırlıklar buna göre düzenlenirdi. Genel itibariyle bu şekilde meydana gelen merasimlerden yerel olarak farklılıklar görülmektedir. Örneğin İstanbul’da mektebe başlayacak olan çocuk önce Eyüp Sultan’a götürülüp orada kendisine hayırlı ilim nasip olması için dua edilirdi. Okula başlayacak olan çocuğun ailesi bir gün önceden mektebin hocasına haber gönderirdi. Çocuk, Eyüp Sultan’dan eve geri geldikten sonra diğer mektep çocuklarıyla ilahiciler eve gelirlerdi. Bu esnada mahalle içerisinde tam bir dayanışma hakim olurdu. Mektebe başlayacak olan çocuğun evinin önü ile Alayın geçeceği yollar kalabalıktan geçilmez olurdu. İstanbul sokakları, o devir yerleşim yerlerinden ötürü dar ve yokuş olduğundan genellikle kapının önünde, çocuğun bineceği kırmızı kolanlı[2], yeşil ince altlıklı, siyah eğerli bir midilli bulunurdu. “Âmin Alayı” eve gelince hoca dua eder, arkasından orada bulunan herkes “âmin” derdi. Zaten bu grubun “Âmin Alayı” diye adlandırılmasının nedeni de budur. Çocuk daha önceden hazırlanmış olan midilliye veya ailenin maddi gücüne bağlı olarak arabaya bindirilirdi. İlahiler söylenerek çocuk evden alınır, çocuğun ailesi, davetliler ve halk âmin alayının arkasından gider, şehrin sokaklarında bir müddet dolaştırıldıktan sonra çocuk mektebe getirilirdi. Çocuk mektepte usulüne uygun bir biçimde hocasından ilk dersi “Bed-i Besmele” aldıktan sonra başta hocası, ailesi ve davetlilerin ellerini öperdi. Bundan sonra mevcut talebelerden biri Kur’an-ı Kerim’den bir parça okur ve hocanın duası ile merasim sona ererdi. Sonrasında ise ziyafetler verilir, hocaya hediyeler takdim edilir, mektepte mevcut diğer talebelere şeker ve simitler verilirdi. Çocuklarda daha küçük yaşlarda büyük bir okuma isteği uyandıran “Âmin Alayı” ile “Bed-i Besmele”, insanların cemiyet içerisindeki, konumlarına göre farklılık göstermektedir.
Bazılarınınki sade ve basit iken, bazılarınınki biraz şatafatlı olabilmekteydi. İşte bu törenler bilinenin aksine Osmanlı Devletinde ilme ve okumaya verilen toplumsal değerin bir göstergesidir. Osmanlı Devletinde ilme ve okumaya verilen değer bazı yobazlar nedeniyle azaltılamaya çalışılmış ve maalesef kısmi olarak da başarılı olmuşlardır. Bundan sonrada mutlak son tecelli etmiştir. Ancak, unutulmamalıdır ki mevcut eğitim ve öğretimde motivasyon çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu motivasyonun sağlanmasında bırakın sadece okula gidecek çocuğun anne ve babasını bütün mahalle önemli bir rol oynamaktadır. Bu bakımdan eğitim şimdiki gibi bireyselcilikten ziyade toplum içersinde önemli bir yer tutmaktadır. Maalesef şimdiki zaman içerisinde eğitim bazı anne ve babalar için bir külfet şeklinde algılanmaktadır. Sadece maddi kazanç sağlamaya endekslenmektedir. Eğitim sadece maddiyatla ölçülürse toplum içerisinde eğitimli kişiler fayda vereceğine zararda verebilmektedir. Bu bakımdan toplum olarak bizlerde geleceğimizin eğitimine, okumasına gereken önemi fazlasıyla vermek zorundayız. Bu şekilde basit törenler bile, okuyacak olan öğrencilerin kendilerini değerli hissetmelerine ve daha çok çalışmaları için motive olmalrına neden olacaklardır.  Bir sonraki yazıda Osmanlı Sarayında gerçekleşen Bed-i Besmele törenleri anlatılacaktır. Tekrar görüşmek üzere hoşça kalın.



Kaynak:  Prof. Dr. Ziya KARICI. Osmanlı’da Eğitim Öğretim. Bilge yayınevi.




[1] Bed-i Besmele: Okumaya başlama, okula başlama, besmeleye başlama.

[2] Kolan: Hayvanın semerini veya eğerini bağlamak için göğsünden aşırılarak sıkılan kemer.


21 Mart 2013 Perşembe

Değerli dostlarım,
Bugün karşınızda ülkemizin en önemli sorunu olan okuma sorunundan bahsetmek üzere bulunuyorum. Neden en önemli sorun? Çünkü bugün sorun diye nitelendirdiğimiz bütün olayların temelinde bilgisizlik yatmaktadır. Terör, anarşi, ekonomik sıkıntılar hepsinin temelinde okuma kültürünün zayıflığı ve cahillik bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerin sahip olduğu refah seviyesini okumakla kazandığı bir gerçek. Aşağıda kitapözeti.com adresinden alınan ve Türkiye’nin okuma kültüründe Dünya’daki diğer ülkelerle kıyaslaması verilmiştir. Tablo hiç iç acıcı değildir. Öncelikle durumu analiz edelim.
Bunları Biliyor musunuz ?
1. Okumak, çocukların kültürel gelişimlerini tamamlamaları ve bilgi çağını yakalamaları için hava gibi, su gibi, yemek gibi günlük hayatlarının bir parçası olmalıdır.
2. Maalesef Türkiye’de ihtiyaç malzemeleri sıralamasında kitaplar 235. Sırada yer almaktadır.
3. Türk çocukları kitap okuma konusunda çoğu Afrika Ülkelerinin gerisinde kalmış durumdadır. Japonya’da toplumun % 14 ü, Amerika’da % 12 si, İngiltere’de ve Fransa’da %21i düzenli kitap okurken Türkiye ‘de yalnız 10.000 kişide 1 kişi düzenli kitap okuyor.

4. Nüfusu 7 milyon olan Azerbaycan’da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken,73 milyon nüfuslu Türkiye’de bu rakam 2-3 bin civarında kalıyor.

5. Türkiye’de 1 kişinin kitap okumaya ayırdığı zamanın; bir Norveçli 300, Amerikalı 210, İngiliz ve Japon 87 katını ayırıyor dünya. Ortalaması da Türklerin ayırdığı zamandan 3 kat fazla.
6. Dünya’da ki en iyi 500 üniversite sıralamasında Türkiye ‘de ki üniversiteler yine en son sıralarda yer almaktadır.
7. Kitap için Norveçli 137, Alman 122, Belçika ve Avusturyalı 100 dolar, Güney Koreli 39 dolar ayırıyor. Dünya ortalaması 1,3 dolar iken, Türkiye’de bir kişi kitabı yılda ancak 0,45 dolar harcıyor.
8. ABD ‘ de yılda 72 bin adet konusu farklı kitap basılırken (72 bin farklı model gibi), Rusya’da 58 bin . Japonya’da 27 bin, Türkiye’de ise 7 bin kitap basılıyor.
9. İngiltere’de ortalama bir gazete olan günlük The Sun gazetesi Türkiye’deki gazetelerin toplam tirajı kadar satıyor.
10. Dünyada çocuklara özel günlerde kitap hediye edilmesi sıralamasında Türkiye 180 ülke içerisinde 140. Sırada yer almaktadır.
11. Türkiye’deki kahvehane ve kütüphane sayılarının kıyaslaması şöyledir; Kütüphane sayısı: 1.412-Kahvehane sayısı: 570.000-Buna göre 49.000 kişiye bir kütüphane düşerken, 122 kişiye bir kahvehane düşmektedir.
12. Japonya’nın %14 ü sürekli kitap okumaktadır. Abd nin %12 si , Almanya’nın %11 i, İngiltere’nin %11 i , Türkiye’nin %0.01 i kitap okumaktadır.
13. Türk halkı kitap okumaya yılda yalnızca 6 saat ayırıyor. Türkiye kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkesinin gerisinde kalmış durumda.
14. Dünya kitap okuma ortalaması Türkiye nin kitap okuma ortalamasından 3 kat fazla
15. Türkiye’de 100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor.
16. Japonya’da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılıyor. Türkiye’de sadece 23 milyon kitap basılıyor.
17. Türkiye, Birleşmiş milletler insani gelişim raporunda Malezya, Libya ve Nijerya gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. Sıradadır.
18. Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa’da 7, Türkiye’de ise yılda 12 bin 89 kişiye bir kitap düşüyor.
19. Dünyada yetişkinlerin okuma oranının araştırılması yeni bir bilim dalı olarak kabul edilmesi kararlaştırıldı.
20. Dünyada çocukların okuma oranının araştırılması yeni bir bilim dalı olarak kabul edilmesi kararlaştırıldı.
21. Çocuklara kitap hediye edildiği zaman çocukların okuma becerisi gelişir, okumak alışkanlığa dönüşür ve beraberinde alışkanlık sorumluluğu geliştirir bilinç büyümesi başlar. Kapasite gelişimi fiziksel gelişim gibidir. Kapasite farkındalığı yaratır sonra düşünce üretimi başlar. Üretilen her yararlı düşünce topluma doktor, öğretmen, bilim insanı vs.. olarak geri döner.
Sayın Cumhurbaşkanımız, değerli devlet büyüklerimiz ve hayatı başarılarla dolu olan birçok iş adamının kitaplara düşkün olduğunu biliyor muydunuz.  Sayın Cumhurbaşkanımız o kadar yoğun iş temposunun arasında bile kitap okumaya zaman bulabilirken, bizler neler yapıyoruz. Bu nedenle bugün sizlere Sayın Cumhurbaşkanımız ve diğer önemli şahsiyetlerin istifade ettiği bir internet sitesini önermek istiyorum. www.ozetkitap.com
Bu sitede bir çok değerli eserin geniş özetleri bulunup, insanların hizmetine ücretsiz olarak sunulmaktadır. Bütün dostlarıma faydalı olması dileğiyle…

3 Şubat 2013 Pazar

TÜRKİYE’DE Kİ KIRAATHANELER ve OKUMA KÜLTÜRÜ

Dünyayı yöneten, kalem, mürekkep ve kâğıttır. Jonathan Swift

Kıraathane, (Osmanlıca: قرائت خانه, kırâathâne) kırâat (قرائت) Arapça'da "okuma" anlamına gelir. Hâne (خانه) ise yer (ev), mekân demektir. Bu iki sözcüğün bileşimi olan bu bileşik sözcük "okuma yeri" anlamına gelmektedir. Çay, kahve içilerek gazete, dergi, kitapların okunduğu yerlere verilen bu isim günümüz Türkiye'sinde maalesef boş vakit geçirilen oyun oynanan kahvehane anlamında kullanılmaktadır.
Osmanlı kıraathaneleri günümüz kahveleri gibi lüzumsuz yere vakit geçirilen yerler değildi. Okuma evi anlamına gelen bu yerde başlangıçta okur yazar ve zamanın entellektuel kesiminden insanlar toplanır edebiyat üzerine konuşmalar yaparlar, satranç oynarlardı..! Kıraathanelerde genellikle temel başvuru eserleri bulunurdu. Kıraathaneler ilim, edeb ve sanat merkezleriydi. Şairler burada şiir okur, şiir üzerine konuşur; müderrisler bir araya gelip ilmi sohbetler yaparlardı. Kıraathaneye gelen diğer insanlar da bu ortamdan istifade edip bilgilerini ve kültürel birikimlerini artırırlardı. Öyle ki ümmi insanların içinden bile divan şairleri çıkmıştır. Kısacası halkı aydınlatmak için kullanılan mahallelerdeki aydınlanma evleri olarak adlandırılabilir.
Tarihi açıdan kıraathaneler incelenecek olursa, İstanbul'da ilk kıraathane 16.yy ortalarında açılmıştır. Kamuoyunun oluşmasıyla kahvehanelerdeki haber takibi yapma eylemi ve okuma eyleminin başlaması bir paralellik arz etmektedir. Kahvehaneler artık gazeteleri bulunduruyor ve gelen müşteriler bu gazeteleri okuyarak efkâr-ı umumiyeyi ( Kamuoyu) takip edebiliyordu. Kahvehaneye gitmenin diğer bir amacı da artık gazete okuyabilmektir. Bu dönemde kahvehanelerden bazıları şekilsel olarak önemsiz fakat yapısal olarak çok önemli bir değişikliğe uğrayarak kıraathanelere dönüştüler ve daha farklı ve yoğun bir misyon üstlenmiş oldular. Buralarda günlük bütün gazeteleri, mecmuaları, hatta bazı kitapları bulmak mümkündü. Müşteriler bunları elden ele devrederek okurlardı. Bu tür kıraathanelere daha çok kalem sahipleri gelirdi. Bu gibi kıraathaneler aynı zamanda birçok ünlü şair, yazar ve edebiyatçısının müdavimi olduğu yerlerdi. Bu gibi yerlerde eserlerini yazmaya çalışan ve gelecek ilhamı bekleyen birçok yazara da rast gelinebilirdi. Bu kıraathanelerden bazıları önemli gelişmelerin yaşanabildiği yerler olabiliyorlardı. Örneğin Fevziye Kıraathanesinde Orta Asya’daki Türkler hakkında burada bir konferans verilmiş, 1911 yılında Yusuf AKÇURA yine aynı kıraathanede ”Türklerin Medeniyete Yaptıkları Hizmetler” üzerine bir konuşma yapmıştır.
Bütün bunlar göstermektedir ki; kıraathaneler ülkenin gelişimine katkıda bulunan kahvehanelerdi. Ancak günümüzdeki anlamıyla değil. Maalesef ülkemizde kıraathanelerde günlük bir iki gazete bulunmaktadır. Bunlar sadece spor ve magazin içerikli bir iki popüler gazeteyle kalmaktadır. Oysaki günümüz insanlarının kahvehaneleri doldurma oranlarına bakınız. Çok yoğun şekilde dolan bu kahvehaneler birer kıraathane olsa insanlarımızın okuma oranını nasıl arttırabileceğimizi siz düşünün. Bu aslında çok zor bir iş değil.
Belediyeler ve diğer kamu kurumlarının teşvikiyle bu kültür tekrar canlandırılabilir. Belli başlı yerlerde bu gibi yerler açılmalı, yeterli kaynak temini yapılmalı. Bu kaynaklar çok büyük paralar istememektedir. Kullanılabilecek bir yer, yeterli kitap ve dergi, çay ve kahve. Bu konuda bilgi sahibi kişilerle insanlara tanıtılmalı. Kültürel etkinliklerle katılımcı sayısı zenginleştirilmelidir. Herkesimden insana açık olduğu bilinci uyandırılmalı ve insanlar buralara çekilmelidir. İnsanların çay ve kahvesini içerken hem okumaya istekleri arttırılmalı hem de ilmi sohbetlerle bilim ve okumaya yönelik algılarının olumlu yönde değiştirilmesi hedeflenmelidir. Okumanın sadece belli kesime gerekli olduğu görüşünün yeterli olmadığı kimin hangi işi yaparsa yapsın okumasını gereğinin önemi üzerinde durulmalıdır.
Toplumsal kalkınmanın sağlanmasında temel olan okuma toplumun her kesimine ancak onların alışık oldukları düzden içine yerleştirilmesiyle gerçekleştirilebilir. Bu şekilde insanların okuma kültürü artacak ve okumaya verilen önemde artırılmış olacaktır. Yani yeni nesil her nereye giderse gitsin daima evde dışarıda okumanın önemini kavrayacaktır. Bütün bunlar için çok geç değil. Belediyeler ve kamu kurumları bu konu üzerinde acilen yoğunlaşmalı ve yapılacak adımları bir an önce atmalıdırlar.
Bir insana okuma aşkı ve onu tatmin edecek kitap verin; emin olun ki bu adam
mutlu olacaktır. (Sir John Herschell)

Mutlu olmanız dileğiyle.

17 Ocak 2013 Perşembe

Hz. Mevlana'nın Eğitim Görüşleri

Merhaba kıymetli dostlarım,
Bugün sizinle paylaşacağım eser eğitimciler için çok kıymetli bir çalışma.Sayın Prof. Dr. Mustafa Ergün hocanın çok önemli bir eseridir. Mevlana'nın Eğitim Görüşleri.
Sayın hocamız bu eserinde Kuran'ı Kerim ve Hz. Mevlana'nın eşsiz eseri mesneviden alıntılarla Hz. Mevlana'nın İnsan, insanın üstün özellikleri ve insanın eğitimi üzerine ilişkin görüşlerini içermektedir. Tüm eğitimcilere ve eğitimle ilgilinenen herkese yararlı bir kaynak olması dileğiyle... Görüşmek üzere.Mevlana'nın Eğitim Görüşleri

14 Ocak 2013 Pazartesi

EĞİTİMCİ GÖZÜYLE TARİHE BİR BAKIŞ

Herhangi bir işte başarılı olmanın en temel yolu daha önce bu işle ilgili gerçekleştirilen çalışmaları incelemek ve kritiğini yapmaktır. Yani geçmişe bakmak. Çünkü geçmişe bakmadan yapılan her iş en basit düzeye indirgenmekte ve yapılan yanlışları tekrar etme riskini artırmaktadır. Bu nedenle kalkışılacak işte öncelikle eski örnekler iyi incelenmeli ve yeni yapılacak olanda, eskisiyle aynı hataların yapılmasının önüne geçilmelidir. Bunu gerçekleştirebilmenin en iyi yolu tarihi okuyabilmektir.
Ülkemizde maalesef yıllar boyunca iyi bir tarih bilinci oluşturulmamıştır. Bu en iyi şekilde şimdi ki “olgun ve entelektüel” kişilerden anlaşılabilmektedir. Tarihi çeşitli dönemlere ayırmak doğru iken bazılarını yok saymak bilimsel bir anlayıştan yoksunluğu göstermektedir. Taraflı tarih anlayışı belki de bir millete verilebilecek en büyük zarardır. Çünkü bu yeni neslin diğer milletlerdekine oranla 1-0 yenik başlamasına neden olmakta ve kalkışacakları işte geçmişte yapılan hataları tekrarlama riskini kat be kat artırmaktadır. Bütün bu sebeplerden ötürü bir milletin yetişecek olan fertlerine tarih bilincinin en iyi şekilde verilmesi gerekmektedir.
Tarih bir milletin kültürünün temelini oluşturmaktadır. Tarihin millet olabilme açısından ne kadar önemli olduğu tarihe mal olmuş birçok kişi tarafından da dile getirilmiştir. Örneğin Ulu önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK “Türk gençliği ecdadını tanıdıkça kendinde çalışma azmi bulacaktır.” Sözüyle gençler için tarihin ne kadar önemli olduğu bilincini aşılamaktadır. Peki, tarih nedir?
Tarih en genel anlamda bir milletin yaşayışıyla, örfüyle, adetleriyle, diliyle, diniyle, kültürüyle sahip olduğu en temel mirasıdır. Tarihini kabul etmemek ise neslini, geçmişini, kültürünü yani insanın kendini kabul etmemesi demektir. İşte tarihe bu gözle bakılmalı. Son zamanlarda popüler kültürde ortaya çıkan tarih anlayışı ise maalesef gerçek tarihi yansıtmamaktadır. Zira insanlar geçmişte yaşanan olayları şimdiki zaman kültürüyle harmanlayıp bunları tarihi gerçek diye ortaya çıkarmakta ve yoğun bir şekilde tarih yozlaşmasına neden olmaktadır. Bir fert öncelikle kendi tarihini iyi öğrenmeli. Bu bilgileri tarafsız bir gözlemle elde etmeli ve değerlendirirken yanlışı da doğruyu da olduğu gibi ele almalıdır. Bu değerlendirmeyi yaparken de o zamanın şartlarını göz önünde bulundurmalı, günümüz şartlarına göre değerlendirmenin yanlış olabileceğini aklından çıkartmamalıdır. Doğru olanların değerlendirmesini yaparken nelerin hangi koşullarda meydana geldiği akıldan çıkartılmamalıdır.
Yanlı bir üslupla yazılan tarih ülkeye faydadan ziyade zarar getirir. Belli bir ideolojiyi vermek amacıyla taraflı bir biçimde ele alınan tarih, kişilerin objektiflikten ayırarak doğruları kendi doğrusuymuş gibi algılamasına sebep olur. Bu da ortak bir miras olan tarihin kişiselleştirilmesine ve dolayısıyla da toplumun çeşitli gruplara ayrılmasına neden olur. Bu şekilde tarihin bütünleştirici etkisi yok edilip toplumu ayrıştırmasına yol açar. Oysa ki bir millet ortak dil, kültür ve tarihi olan topluluktur. Bu şekilde öğretilmeye çalışılan tarih milletin ortak değerlerini hiçe saymak ve toplumun millet olma özelliğini yok etmekle eşdeğerdir. Bütün bu nedenlerden dolayı tarihi popülizmden ayrı tutarak tarafsız bir gözlemle gerçeklere dayanarak bilimsel yollarla incelemek ve milletin her bir ferdine tarihi bu şekilde aktarmak bütün tarihçelerin üstlenmesi gereken bir sorumluluktur. Aydın kişilerinde bu bilinçle olayları ele alması da elzemdir.
Yukarıda açıklandığı gibi popülizm ve ideolojiden arınmış bir tarih doğrusuyla da yanlışıyla da bir milletin ortak değeridir. Sadece başarı üzerine alınmış bir tarih daha başta yapılan bir hatadır. Yeni nesillere aktarırken bu hususlar daima göz önünde bulundurulmalıdır. Buradan şu sonuç çıkarılabilir. Öğrenciler bilgiyi artık internet gibi bir dünya’dan rahatlıkla edinebilirler. Ancak okullarda dillerini ve tarihlerini öğrenebilirler. Diğer bilgileri ise istedikleri yerde rahatlıkla öğreneceklerdir. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın tarihimizi eğrisiyle doğrusuyla öğrenmeleri dileğiyle…
                                                                                                                      Emre UYGUR